18 Haziran 2009 Perşembe

Denge


Dengeydi salınımın amacı. Tarotta çıkan, çizgi filmlerde bulduğum, med-ceziri yorumladığım, kurmaya çalıştığım; onu bozmanın, bozabilmenin büyüsünün hayat sıvım, kanım olduğuna inandığım günlere inat sevmeye çalıştığım, buyur etmeye çaba sarf ettiğim şey dengeydi işte! Bulabileceğim en güvenli, en güzel manzaralı, en sağlam topraklara kurmam gerekirdi bu şantiyeyi ki dağılıp gitmesin en küçük zerzelede...

Hak veriyorum sana l anas muroyirev kah

Koyduğun yerde durmuyor bazen eşyalar; anılar, anahtarlar, insanlar, insancıklar, kalp pilleri, kalp kapakçıkları, avizeler, örtüler ve örtülemeyenler. Gözden kaçıyor bazen hiç görülemeyenler; bize en büyük hasarı da onlar veriyor en büyük darbeleriyle! Gözden kaçmak için gözün, irisin hemen arkasına saklanmak tam da görülemeyenlere yakışır bir kalleşlik değil mi sence de? Biz gözümüzden sakınırken her şeyi, onların gözümüzün arkasına saklanması sence de kahpelik değil mi? Arkasına dönüp bakmayı hiç akıl edemeyen bana yapılabilecek en büyük terbiyesizlik bu! Ama ben dün arkamı döndüm ilk defa ve gördüm arsız görülemeyenleri! Çünkü her zaman katildir en son terk eden cinayet mahalini! 

Kurduğum kurgularımın, kurtulamadığım kuruntularıma oranı aslında benim sırtımı bire dayayan, göbeğimi bir kesen birle, birlikle… Engelleyen çiftleşmemi, dölleyemememin sebebi kendimi, kurmacalar ve oyuncaklar gördüğüm kadarıyla alnının çatısındaki aynada! Senin kafan sallandıkça bulandı görüntüm. Hainler! En çok sallanan yere yerleştirmişler aynayı; sen sallandıkça ben bulanayım diye, düşebildiğim kadar uzak düşeyim netlikten, berraklıktan diye! Zirve yapsın kaosum, yetişemesin kollarım, korkup, kapanayım içime diye kazmışlar ortaya en hain, en derin, en kahpe kuyularını. Kuşların kuşken uçup kurtulamadığı, karların karken eriyip akamadığı o dipsiz, anlamsız kuyularını benim hanemin ortasına kazmışlar! Düşsün aşk içine; düşsün ki kaşı gözü açılsın, hiçbir ilaç yaramasın, beli doğrulmasın, beti benzi hep solgun kalsın diye! Yüz metre öteden anlaşılsın hasta olduğu, herkes görsün solgunluğu aşkın tenindeki; görsün ki şenlensin damakları benzersiz tatlarla, fark etsinler ki sonuç verdiğini çabalarının, devam etsinler yollarına diye, ahsız amansız… Belimiz patlasın, iliklerimiz onlara önce kan, sonra kuruyup yuva olsun diye! Kan yapalım bedenlerinde, düşelim kuyuya da can verelim onlara; biz sekiz kalalım, onlar on olsun diye! Gözümüzde yaşlar donsun, donan her yerimiz tuz buz olsun diye!

c k t
a a a
n n t
s s s
ı ı ı
z z z


Tüm kanatsız canlılar gibi uçmaya öykünmesek? Sürüngenler gibi de sürünmesek ama? Yumuşakçalar gibi esnek, böceklerin sırtındaki kitin kadar gevrek olmasak? Belimizin üstü çekmeye, belden aşağımız basınca dayanımlı olmasa? Hiyerarşisi olmasa hayatlarımızın vücutlarımıza, organlarımızın hiyerarşisine inat? En tepedeki organımız beyin; yönetim katında, organlar koğuşunun ağası, en höd diyince öd patlatanı… Tam ortasında ev tutmuş kalp organlar sokağımızın! Her köşeye, her sapağa eşit mesafede durabilsin diye! En vasıfsız, en horlanmış, en pis, en üçüncü sınıf, en yüzüne bakılmaz organlarımız, sakat atları tıkmışlar kapıcı dairesine; pencerelerinden ancak geçen gidenin ayakkabılarının görülebildigi, manzarayı bırak gün ışığının bile esirgendigi, en rutubetli, en kötü kokan dairesine vücudumuzun… İşte tüm bu sistematiğe, hiyerarşiye inat, daha bir anarşist olsa hayatlarımız? İç basıncı dış basınca eşitlemeden de zarlarımız esnese? Her zaman düşeş gelseler? İki damla tuza teslim olmasa zarlarımız da hidrolize uğramasa fukara hücrelerimiz? Sözünü biraz daha geçirebilse, biraz daha diktatör olsa zarlarımız, geleni geçeni buyur etmese, daha az yardım sever olup, daha fazla hanesini düşünse de boşalmasa hücremizin suyu da büzüşmesek büzüm büzüm? Dönüp dönüp aynı rakamların bulunduğu yüzlere düşürmeseler oynak kütlelerini; bir avuç daha fazla sağa devrilip çoktan aza ulaşmasalar? Döndükçe değerleri artsa? Amaçlarına çabalarına ulaşsalar, emeklerine saygı duyulsa? İki salsaya altı gelmese, saatlerce dönmeye elde bir birle kalınmasa? Adalet gelse bu şehre? En azından bu bünyeye! Ya da belki de zarlarda kabahat? Durmayı bilseler! Doğru zamanda doğru yüzün üstüne usulca devrilip, azı altta tutup, çoğu göğe çıkarsalar? Ya da neden zarın üst yüzündeki rakam gelmiş olur? Asıl efsunlu, merak uyandıran, kendini göstermeyen alt yüzeydeki değil midir? Bıraksa artık zarlar da bu hiyerarşiyi! Üstteki değil bir kez de alttaki öttürse borusunu kulakları sağır edercesine? Bir izin versek de tozu dumana katsa altta ezilen rakam! Dönsek zararın neresinden karla!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder