30 Ağustos 2009 Pazar

İTİKAT

Zihnimin münevver coğrafyasını arşınlarken bedbaht ettiğim onlarca şarkı buldum derinlerimde; zamanında, bulduğum her kulağa fısıldadığım, girdiğim her boş odanın yankısında terennüm ettiğim bir dizi şarkı... Bir zamanlar meylettiğim, şimdi güftesini dahi anımsamakta zorlandığım, kahrımı az çekmemiş, kadrimi bilmiş eski gönüldaşlarım. Zaten oldum olası kime versem gönlümü, neyi sığdıramasam yüreğime, bir keşmekeşin içine sürükledim onu çarnaçar, cürmümü inkar edemem. Lakin arsız tabiatım, mıh gibi çıkmak bilmez ekseriya girdiği yerden!


Tepemizde süzülen ay dede, bacaklarımızı yalayan rüzgar, aşkımızı okşayan rayihalar, sadece bize münhasır hasbihallerimiz terketti bizi ilk damlasında gün ışığının. Su görmüş kuduz, tuz yemiş hücreler gibi bulduğu ilk çatlaktan sızıp gitmiş pirüpak tarihimiz. Bilirim ki sebatkarsındır, benim gibi mütereddit değilsindir; hiç olmadın, sanırım hiç de olmayacaksın. Ama bil ki değiştim, içimin haris silüeti yerle yeksan artık, çehreme de sirayet etti bu mucize.


Entipüften şeylere sahip, ziyadesiyle müreffeh insanlar tanıdım. Hiçbiri ilgimi celbetmedi, öykünmedim de zerresine. Kimsenin dostuyla, kimsenin sevgilisiyle alakadar olmadım; sağım, solum, arkamdan değil, önümden emir aldım her daim. Kafamı çevirmeye tenezzül etmedim hiçbir zaman. Sahip olmadıklarımdan değil, sahip olduklarımdan yana durdum ekseriya. Bir değirmi tepside önüme sürülen onlarca fırsatı, aşkı, dostluğu düşünmeden geri çevirdim, müteessir de olmadım bundan ötürü. Kendimden başka kimsenin boyunduruğu altında yaşamadım. Kendimden başka kimseye de ikrar vermedim herhangi bir mevzuda. Mamafih, son dönemde farklı kaoslar sökün etti hayatımda. Her ne kadar yüzlerce menfi bahsi onlarca müspet mevzuya çevirebildiysem de, bocalamadım değil bazı dönemeçlerde. Ferasetten uzak, lakayıt bir ummanda boğulmamaya çaba sarf etsem de, günlerce yüzsem varamam vehmettiğim ana karamın gözükmez oluşu bile beni bedbinliğe itmedi. Her daim muhafaza ettiğim serkeşliğime binaen, yüzmekten hiç vazgeçmedim. Ama kim bilir belki de sırf bu sayede, içinden çıkamadığım bu deryada tevekkül etmeyi öğrendim. İçimde aniden tezahür eden bu yeni huyun, beni daha müşfik ve münevver kıldığına mutmain oldum. Bir nevi teslimiyet olarak da şerh edilebilecek bu yeni dürtüm, bana günbegün yeni diyarlar muştuladı. Henüz gidip yerleşmesem de, bir gün alıp başımı gidebilme ihtimalimi bahşetti bana son tahlilde. 


İçimde olup biten her türlü kaosta tek müsebbip kendim olayım isterim. Zaman zaman iç seslerim derinlerimde vaveyla koparsa bile, hangisine neyi salık vereceğimi kendim tayin edebilirim. İçimdeki onlarca renk, yüzlerce desen, muhayyilemin ürünü envaitürlü mahlukata rağmen, doğuştan mücerret bir taş gibi yatan asıl varlığımı, ezeli benliğimi kolayca tanıyabilirim. 


Bildiğim her şey, ayaklarımın altında taştır, bilmediğim her şey gökyüzünde akar.

EMİR

Hayatta çok şeye sevinin, çok az şeye üzülün! Hakkını verin ama üzüldüğünüz şeyin! Gerekiyorsa üzüntüden ölün! Hayatta sizi üzüntüden öldürebilecek şeyleriniz olsun! Tek bir tanrıya inanıyor olsanız dahi, korkmayın, birkaç tanrı daha ekleyin hayatınıza. Bazı köşeleri tutsunlar, belki birer heykel koyun, belki birkaç ağaç dikin; yeter ki tutsun, tanımlasın bazı köşeleri...  Korkmayın kızmaz size gökkubbe! Taş yağdırmaz tepenizden aşağı, yağ gibi akmaya devam eder üstümüzde! Sandığın kadar umrunda değilsin bu eşsiz kainatın, ne yaptığın, ne ettiğin umrunda değil Tanrı'nın. Sen hayatındaki köşelerden sorumlusun, Tanrı köşelerinin oluşturduğu geometrinden. 


Arayüzlerimiz var; yaprak yaprak, çarşaf çarşaf... Kestiğimiz yeri kansız kılan yanlarımız, üstüne yatmakta bir beis görmediğimiz utanmaz kimyalarımız... Ardında bıraktığı her güne şükredenlerin meşum gözleri, özlediği her şeyin yüzüne yarını geçiren yastıkçıların kara elleri...


Yalnızlığı sevdiğini söyleyenlere üzülün! Acıyın onlara hatta! Havasız kaldıkları sandıkların kapaklarını kaldırın, asmaya üşendikleri perdeleri çıkıp bir sandalyeye asın! 


Aşka vakti olmadığını söyleyenlere üzülün! Onlar için üzüntünüzden ölün! Bir uçurum bulup, itin onları aşağıya. Kaşları, gözleri açılsın! Kana doyun, doyana kadar kanatın!


Bir kolunu kaybedenlere üzülün! İki kolluk sevgi bekleyen tek kola acıyın! İçinizi dağlayın, yüreğinizi yakıp, ateşe verin! Berikinin yokluğundan, ötekinin varlığından utanın! 


Nerde bir şarkı söyleyen var ona öykünün! Kıskançlıktan içiniz kuruyup kızgın çöle dönsün! Kim ki bir yankının içine terennüm eder, sizden katbekat üstündür!